28 Şubat 2014 Cuma

travesti yüksek topuk sever

Yüksek topuklu ayakkabıların tarihi


Travesti görünümlü olanların çok sevdiği yüksek topuklular bir gecede meydana çıkmadı. On altıncı yüzyıl Fransa’sındaki yukarıya yönelik trendle beraber topuklar da yıllar geçtikçe yavaş yavaş uzamaktaydı. “Yüksek topuklu“ ifadesi sonradan kadınların yükseltilmiş ayakkabılarını karşılayan bir başlık haline gelmiş olsa da, başlangıçta bu ayakkabılar erkekler tarafından giyilmekteydi. On altıncı yüzyılda travesti ve kadın ayakkabılarında nispeten daha az bir gelişme kaydedilmişti; ne de olsa uzun elbiseler altında ayakkabılar görünmemekteydi.
Ayakkabıda yüksek topuğun avantajı ilk kez at biniciliğinde takdir edildi: topuk ayağı üzengide güvence altına alıyordu. Dolayısıyla binici çizmeleri düzenli olarak topuğun takıldığı ilk ayakkabılardı. Aşırı kalabalıklaşmanın ve kötü durumdaki sağlık koşullarının sokaklarda insan ve hayvan dışkılarını yaygınlaştırdığı Orta çağ boyunca kalın tabanlı ve yüksek topuklu çizmeler psikolojik bir rahatlama sağladığı gibi birkaç santim pratik bir korunmayı da mümkün kılıyordu.

Esasında umumi pisliğin üzerine yükselmek amacıyla “kalın tabanlı ayakkabılar” Orta çağ’da geliştirildi. Kuzey Avrupa’da ortaya çıkan, kişinin kaliteli deri ayakkabılarını sokağın pisliğinden koruma amacıyla giydiği bu ayakkabılar, kalın tabanlı olarak kısmen veya tamamen tahtadan yapılmaktaydı. Daha sıcak aylarda ise çoğunlukla rahat deri ayakkabının yerine giyilmekteydiler.

Pabuç denilen bir Alman ayakkabısı 1500’lerin ortalarında tüm Avrupa’da popüler hale geldi. Sade veya taşlarla süslenmiş bu gevşek terliğin alçak bir topuğu vardı; tarihçiler söz konusu ismin ayakkabının topuğu tahta zemine vurdukça çıkan “pat pat”“ sesini karşılayan bir yansımalı sözcükten ibaret olduğuna inanmaktadırlar. Sonradan başka bir travesti ve kadın terliği de bu şekilde şıpıdık (scuff) ismini alacaktı. 

1600’lerin ortalarında Fransa’da yüksek topuklu erkek çizmeleri öngörülmekteydi. Bu moda Güneş Kral XIV. Louis tarafından başlatılıp çılgınlık noktasına tırmandırıldı. Avrupa tarihinin en uzunu sayılan yetmiş üç yıllık hükümdarlığında Fransa askeri gücünün zirvesine ulaşmış, Fransız sarayı eşi benzeri görülmemiş kültür ve zarafetin beşiği haline gelmişti. Gerçi Louis’nin önde gelen başarılarından hiçbiri kısa boyunu psikolojik anlamda telafi edemezdi. Kral bir andan itibaren ayakkabılarının ökçelerine santim santim ilâvelerde bulunuverdi. Saraydaki soylu erkekler ve kadınlar da telaşla krallarını taklit etme arzusuyla çizmecilerden kendi ökçelerini de yükseltmelerini istediler. Kendisine gösterilen saygı Louis’i daha da yüksek topuklara zorladı. Zamanla Fransız erkekler anatomik boylarına inerken saray mensubu kadınlar uzun topuklar üzerinde kalmaya devam ettiler; cinsiyetler arası boy eşitsizliği de böylece başlamış oldu.

On sekizinci yüzyıl itibariyle Fransız sarayındaki travesti kadınlar sırma ile işlenmiş sekiz santim kadar çıkan yükseklikte topuklu ayakkabılar giyerlerdi. Moda öncüsü Paris’i takip eden Amerikalı kadınlar “Fransız Ökçesi” olarak bilinen topuğu benimsediler.

27 Şubat 2014 Perşembe

Lades Kemiği Tarihi

Lades Kemiği:
MÖ 400 Öncesi, Etrurya

Gizlice dilekler tutan iki kişi kuşun kurutulmuş, V şeklindeki kemiğinin uçlarından tutup çeker. Büyük parçayı çeken kişinin dileği kabul olur. Bu gelenek en azından 2.400 yaşında ve kökeni Apeninler’in batı ve güneyini, Tiber ve Arno ırmakları arasındaki İtalyan yarımadasını işgal eden Etrüsklere dayanıyor.



Medeniyetlerinin zirve yaptığı altıncı yüzyılda, oldukça kültürlü bir halk olan Etrüskler tavuk ve horozun kâhin olduklarına inanırdı. Zira tavuk gıdaklayarak yumurtlayacağının haberini önceden veriyor; horoz ise ötüşü ile yeni bir günün şafağını müjdeliyordu. Bir kehanet yöntemi olan “tavuk kehaneti” en zor problemlere cevap bulmak için kullanılırdı. Yere Etrüsk alfabesini temsil eden yaklaşık yirmi parçaya bölünmüş bir çember çizilirdi. Her parçaya tahıl taneleri konur, çemberin ortasına da kutsal bir tavuk oturtulurdu. Tavuğun tahılı gagalaması bir dizi harfi ardı ardına üretirdi, bunu da bir başrahip belirli soruların cevaplarını bulmada kullanırdı.

Kutsal bir kuş öldürüldüğünde kuşun köprücük kemiği kuruması için güneşe bırakılırdı. Kâhin kuşun gücünden yararlanmak isteyen bir Etrüsk, sadece kemiği yerden alıp kırmamaya dikkat ederek okşamalıydı; böylelikle bir dilekte bulunabilirdi. İşte lades yani dilek kemiği isminin kaynağı.

İki yüzyıldan fazla bir süre Etrüskler bu kırılmamış kemiklerle dilekte bulundu. Biz ise bu batıl inancı Etrüsklerin çoğu özelliğini benimsemiş Romalılardan biliyoruz. Roma yazıları büyük parçayı almak için iki kişinin lades kemiği çekme pratiğinin basit bir arz ve talep durumundan kaynaklandığını ileri sürer: Çok az kutsal kemik, çok fazla iyilik bekleyen insan vardır sonuçta.

Peki, Etrüskler kuşun iskeletinin bütün ince kemiklerini neden lades kemiği olarak saymadı? Bu söz konusu kıtlık problemini çözerdi. Bir Roma efsanesine göre Etrüskler V şeklindeki bu kemiği sembolik nedenlerden ötürü seçmişlerdi. Diğer bir deyişle bu kemik insan kasığına benziyordu ve dolayısıyla doğumun gizemini çözebilecek bir hayat kaynağı sembolüydü.

Bütün bunları hesaba katarsak bize Etrüsk lades kemiği batıl inancından daha fazlası kaldı. Kökenbilimciler “İyi şanslar” anlamındaki tabirin önceleri lades kemiği çekme savaşında büyük parçaya sahip olan kişiye söylendiğini iddia etmekte.

Lades kemiği batıl inancını İngiltere’ye getiren Romalılardı. Hacılar Yeni Dünya’ya gidene kadar tavuğun köprücük kemiğini kırma yaygın bir gelenek haline geldi. Amerika’nın ormanlık kuzeydoğu sahilinde karşılaştıkları vahşi hindilerin köprücük kemiklerini tavuklara benzer bulan Hacılar, hindi lades kemiği geleneğini başlattılar ve aynı zamanda bunu Şükran Günü kutlamalarının bir parçası haline getirdiler. Koloni folkloru, 1621’de kutlanan ilk Şükran Günü’nde lades kemiklerinin kapışıldığını ileri sürer (Bkz. Şükran Günü). Böylelikle dolambaçlı bir yoldan eski Etrüsk inancı bir Amerikan kutlamasının parçası haline gelmiş oldu.

26 Şubat 2014 Çarşamba

simgecilik ve simgeciliğin keşfi

Simgeciliğin Yeniden Keşfi 

Psikanalizin şaşırtıcı modası bazı anahtar kelimeleri ünlü kılmıştır: imge, simge. Simgecilik artık geçer akçe haline gelmişlerdir. Öte yandan, "ilkel zihniyetin mekanizması üzerinde yürütülen sistematik araştırmalar eski düşünce tarzında simgeciliğin önemini olduğu kadar, bunun herhangi bir geleneksel toplumdaki temelli yerini de açığa çıkartmışlardır. Felsefe alanında bilimin aşılması, Birinci Dünya Savaşından sonra dinsel ilginin yeniden doğması, çok sayıdaki şiirsel deneyler ve özellikle de gerçek üstü oluşun araştırmaları (gizlicilik, kara edebiyatın, saçma oluşun vs. yeniden keşfiyle birlikte) farklı düzlemlerde ve eşitsiz sonuçlarla birlikte, geniş kitlenin ilgisini bilginin özel tarzı olarak kavranan simgenin üzerine çekmiştir. Söz konusu evrim XIX. yüzyılın rasyonalizmi ve, pozitivizmine ve biliciliğine karşı olan tepkinin içinde yer almakta ve daha şimdiden XX. yüzyılın ikinci çeyreğini belirlemeye yeterli olmaktadır. Fakat bu çeşitli simgeciliğe geçiş tamamen yeni bir "keşif, modern dünyanın bir başarısı değildir; modern dünya simgeyi bilgi araçlarının başlıklarındaki yerine oturtarak, Avrupa’da XVIII. yüzyıla kadar genelleşmiş bir durumda olan bir yönelime katılmaktan başka bir şey yapmamıştır; zaten bu eğilim ister "tarihsel" (örneğin; Asya veya Orta Amerika'dakiler), isterse eski ve "ilkel" olsunlar, tüm Avrupa dışı kültürlerde de rastlanılan bir olgudur. 

Simgecilik Avrupayı istila etmesinin, Asya'nın tarihin ufkunda yükselmeye başlamasıyla çakıştığı fark edilecektir; Sun Yat Sen devrimiyle harekete geçen bu yükseliş, kendini özellikle son yıllar esnasında kanıtlamıştır. Büyük tarihe şimdiye kadar anlık kıvılcımlar ve ima yoluyla (örneğin Okyanusyalılar, Afrikalılar vs.) katılmış olan etnik gruplar da, bu olayla eş zamanlı olmak üzere çağdaş tarihin büyük akımlarına kendi hesaplarına katılmaya hazırlanmaktadırlar ve daha şimdiden bu konuda sabırsızlanmaktadırlar. Bunun nedeni, "egzotik" veya "köhne" dünyanın tarih ufkuna yükselmesiyle, 

Avrupa’da simgecilik bilgisine yeniden itibar edilmeye başlanmasının fark edilmesinin arasında herhangi bir nedensel bağın olması değildir. Simgecilik bu eş zamanlılık özellikle mutluluk vericidir; insan kendine XIX. yüzyılın pozitivist ve maddeci Avrupa’sının, hepsi de istisnasız ampirizm veya pozitivizmden farklı düşünce yollarına sahip çıkan "egzotik" kültürlerle manevi bir diyaloğu nasıl sürdürebildiğini sormaktadır. Bu hiç değilse Avrupa'nın egzotik dünyada bizim kavramlarımızın yerini tutan ve onları taşıyan ve daha da uzaklara götüren imgelerin ve simgelerin karşısında felç olmayacağını umut etmemiz için bir neden sağlamaktadır. Tüm modern Avrupa maneviyatı içinde, yalnızca iki mesajın Avrupa dışı gerçekten ilgilendiriyor olması çarpıcıdır: Hıristiyanlık ve komünizm. Bunların her ikisi de kuşkusuz farklı biçimlerde ve açıkça zıt düzlemlerde olmak üzere, kurtarıcı teorileri, selâmet doktorinleridir ve bunlar "simgeler" ile "mitoslar" benzeri, ancak Avrupa dışı dünyada var olan bir ölçekte yoğurmaktadırlar. Biraz önce mutlu bir zamansal çakışmanın Batı Avrupa’ya, tam da "tarihi yapmak" konusunda artık tek başına olmadığı bir sırada, Avrupa kültürünün kısırlaştırıcı bir bölgecilik içine hapis olmaktansa, kendininkilerden başka bilgi yollarını, başka değer skalalarını da hesaba katmak zorunda kaldığı bir sırada, simgenin bilgisel değerini yeniden keşfettirdiğini söylüyorduk. Bu noktada irasyonelle, bilim dışıyla, simgecilikle, şiirsel deneylerle, egzotik sanatlarla ve nonfigüratifle vs. bağlantısı olan tüm keşifler ve birbirini izleyen modalar, onu Avrupa dışı değerlerin daha canlı ve böylece daha derin bir şekilde anlaşılmasına hazırlayarak ve sonuçta onu Avrupalı olmayan halklarla diyaloga hazırlayarak, Batı’ya dolaylı yoldan hizmet etmişlerdir. Etnoloji tarafından son otuz yıl içinde kaydedilen devasa gelişmeyi ölçebilmek için XIX. yüzyıl etnografinin nesnesi karşısındaki tavrını ve özellikle de simgecilik araştırmalarının sonuçlarını düşünmek yeterlidir. Günümüz etnoloğu simgeciliğin eski düşünce için sahip olduğu önemi olduğu kadar, onun içsel tutarlılığını, geçerliğini, spekülatif cürretini, soyluluğunu da kavramıştır.